"Çünkü insan cehennemlik saydığı kimselerle barış halinde yaşamaz..."
Yaşam biçimini değilse bile zihniyetini bin dört yüz yıl öncede durdurup sabitlemiş kaç İslam toplumu vardır? Bunların başını Arap İslam Devletlerinin çektiği aşikardır.
Yöneticileri kuruluşundan yıkılışına kadar Sünni mezhebinden olan Osmanlı İmparatorlu'ğunun halefi olmak birçok Sünni kanaat önderinin arzusudur. Biz Aleviler ve Kürtler ise Türkiye ve güneyindeki topraklarda buna muhalefet eden en güçlü ve en geniş toplum kesimleriyiz. Zira Osmanlı dönemine damgasını vuran İsyanların başında da bizler vardık. Bizlere din ve dil dayatanlara olan muhalefetimiz bugün de bitmiş değil.
SORUNU YARATANLARDAN ÇÖZÜM BEKLENMEZ
Esat yönetiminin yok saydığı muhalifler, bugünün iktidarı oldular. Ancak sorun üretme potansiyeli sadece bir eldeni diğerine geçti. Şimdilerde sorun üretme potansiyeli Ahmet El-Şara'da görünüyor.
On üç yıllık iç savaşın ardından yeni yeni toparlanmaya başlayan Suriye'de yeni çatışma alanlarının çıkmasını elbette bizler de istemiyoruz. Suriye'nin, farklı etnik ve mezheplerin bir arada yaşama kültürünü ve bunun resmi sözleşmelerini gerçekleştirecek olgunluğa erişmiş olmasını umut ediyoruz. Dünyanın en kadim toplumlarının yaşadığı bu coğrafyaya huzurun ve refahın gelmesini istiyoruz.
Ne var ki, İslam dininin en radikal yorumlarının barışçıl bir ortak yaşama imza atmasının, hayatın olağan akışına uymadığının da farkındayız ve bu sorunun hiç değilse günümüzdeki örneklerinde en somut çözümünün federatif sistem olduğunu biliyoruz. Ancak gücü eline alan radikal İslamcıların bu gerçeği görmemekteki ısrarlarını da anlıyoruz. Bin dört yüz yıl evvelinin fetihçi, gaspçı, köleci anlayış kodlarını terk etmediklerini görüyoruz. Zira inanç yorumları buna müsaade etmiyor. Kendileri gibi olmayan, kendileri gibi yaşamayan toplumları cehennemlik gören bir zihniyetin barışçıl, dürüst ve uzlaşmacı olması mümkün değil. Radikal Yahudilerin Filistinlileri insan olarak görmemesiyle aynı kapıya çıkar.
Dağılan ve bugünlerde yeniden toparlanmaya çalışan Suriye'de ne Aleviler ve Dürziler, ne de kent yaşamıyla kozmopolit kültüre adapte olan Sünni Araplar ve Kürtler, kendileri dışındakileri cehennemlik sayan bir anlayışın hakimiyeti altında olmaya zorlanmamalıdırlar.
İsteyen zaten kendi şeriat düzenini İdlip'te uyguladı. Dört-beş yıllık yönetim pratiklerinde bir yol kat edildi. Bunu hakimiyeti altındaki diğer Sünni Arap kentlerde sürdüreceklerdir. Halk da buna razıdır. Ancak aynı yönetim pratiği diğer bölgelere ve farklı yaşam tarzını benimsemiş toplum kesimlerine uygulanamaz. Kaldı ki böyle bir şeriat düzeninin "öteki" olana barışçıl yaklaşması da beklenemez. Bu nedenle uluslararası toplumun ortaya çıkabilecek yeni insani krizlerin önünü almak için inançsal, kültürel ve militarist tehdit altındaki diğer Suriye halklarına sahip çıkması ve ortak yaşamın ancak federatif bir yapıyla mümkün olabileceği gerçeğini görmesi gerekir.