On beş sene evvel Onur Öymen, bugün Musavat Dervişoğlu, aynı çözümsüz politik dil...
Tarihsel olgular zamanın ruhuna göre yeniden şekillenir ve yeni anlamlar kazanır. Resmi tarih yazılımına sarılanlar bu gerçeği göz ardı ederek aynı ezberleri tekrarlıyorlar. Seyid Rıza ve Şeyh Said Kürtlerin değerli büyükleridir. Ortak bir tarihte derin yarılmaların olduğu kuşsuzdur. Biz Kürtler dış düşmana karşı birlikte savaştığımız Türklere yenilmiş bir milletiz. Bu tarihsel bir olgudur. Kürt büyüklerimizin mezar yerleri dahi bizlerden saklanmaktadır. Günümüz evrensel insan haklarına ve değerlere aykırı bu tutumu devletin politikası olarak görenler çağın gerisine düşerler. Kaldı ki ilk Meclis'in Dersim Mebuslarından, Seyid Rıza'nın kayınpederi Diyap Yıldırım, milli mücadele rüzgarının 180 derece Türkiye lehine dönmesini sağlayan ruhu Mecliste yaptığı bir konuşmayla veren önemli bir isimdir. Ankara'nın düşman işgaline karşı Kayseri'ye taşınmasını önüne o geçmiştir. Ancak tarihin akışı kısa sürede maalesef Kürtlerin aleyhine dönmüş ve asimilasyon politikaları yeni cumhuriyetin temel taşı yapılmıştır.
Resmi tarihi işlerine geldiği gibi yontan bir grup azınlığın iktidarı birgün elbette sarsılacaktır.
Bir Kürde etnik Türk milliyetçiliğini dayatmak utanç verici bir siyasettir. Belki yüz yıl evvel bunu mümkün kılmak bir kıvanç meselesiydi. Ancak 2024'de bir Kürde Türk milliyetçiliğini dayatmak algısal/zihinsel bir kusurun değilse ahlaki bir eksikliğin işaretidir. Bu durum Türklüğü arzu edilen bir etnik kimlik yapmıyor, tam aksine istenmeyen antipatik bir etnik kimliğe de dönüştürüyor.
Anayasal eşitlik anlayışı vatandaşlık tanımı üzerinden kurulmadıysa orada huzur ve refah olmaz.
“1925 yılında Diyarbakır’da görev yapan Şark İstiklal Mahkemesi savcısı Süreyya Özgeevren 1957 yılında Dünya Gazetesinde yanladığı anılarında bir olay anlatır:
"Bir gün mahkemeye kara yağız, yiğit bir Kürt genci getirdiler. Hakimler sorguya çekti. Türkçe bilmediği anlaşılınca, hakimler danıştılar ve delikanlının idamına karar verdiler. Mahkemenin idam gerekçesi dehşet vericidir: "Türkçe bilmeyen bir kimseden bu memlekete hayır gelmeyeceğinden idamına..." Hemen o gece çocuğu götürüp astılar. (…) Dağkapı'da Yalova adlı küçük bir otel vardı. Orada kalıyordum. Uyur uyumaz, o Türkçe bilmeyen çocuk rüyama girerek boğazıma sarıldı ve Türkçe, niye beni bıraktın beni idam ettirdin? diye tehdit etti. Sabaha kadar bu hal iki-üç kere tekrarladı. Deliye dönmüştüm. Sabahleyin mahkemeye gittim ve hakim arkadaşlara dedim ki, 'Birader, Türkçe bilmeyenleri asarsak tüm Diyarbakırlıları, hatta tüm doğuluları asmamız lazım. Biz buraya suçluları cezalandırmaya geldik.' Rüyada başıma gelenleri onlara anlattım. Mazhar Müfit ve öteki hakimler, 'sen karışma, bu bizim işimizdir' dediler. Ben de savcılığımı ileri sürdüm, aramızda münakaşa ağız kavgasına kadar ilerledi. Ben ve onlar şifre ile durumu Ankara'ya bildirdik.
Bir hafta sonra şu telgrafı aldım:
"Ahmet Süreyya Bey, Diyarbakır İstiklal Mahkemesi Baş Savcısı:
Gayemiz, Kürtlerin ve Kürtçülüğün kafasının ebediyen ezilmesidir. Hakim arkadaşlarınla anlaş. Gözlerinden öperim.
Başvekil
İsmet İnönü”
Kaynak: “Gayemiz, Kürtlerin ve Kürtçülüğün kafasının ebediyen ezilmesidir”